32. BÖLÜM
32. TESLİM OLAMAMAK.
Deren Ateş.
"Baba, tıytıl kostümü istiyoyum."
Bunu duyan kardeşim, "Ben de ayı kostümü istiyorum," dedi.
"Sen zaten ayısın Utku."
Nil esprisinden sonra kıkır kıkır gülerek arkama saklanınca kardeşim durup gözlerini kıstı ve işaretparmağını onun yüzüne salladı. "Sen kimden öğrendin bu esprileri?"
"Sendeeeeen."
Kardeşim, arkama geçerek Nil'i kucağına aldı ve onu güldürerek peşimden gelmeye devam etti. Elimdeki büyük çantaları taşıyarak daha süratle ilerideki özel uçağa yürüdüm. Utku ve Nil, taksiye binip buraya gelene kadar nereye gittiğimizi sorup durmuşlardı. İtalya'ya uçacağımızdan hâlâ haberleri yoktu.
Çünkü üç gündür Mark'ın peşine taktığım Yaman, onun bugün İtalya'ya uçtuğunu söylemişti.
Karmen ve Mark'ın aynı ülkede nefes almasına izin vermezdim.
O yüzden acil bir şekilde İtalya'ya uçmamıza karar vermiştim.
"Bu helikopter sesi ne?" diyen Utku'yu duydum ve helikopter sesinden korkmuş Nil'i fark ettim. Yana dönüp onlara gözlüğümün arkasından bakarken kızımın kocaman açtığı gözlerine dudağımı kıvırdım. Kendisine yanımdayken hiçbir şey olmayacağını çok kez söylemiştim ama belli ki artık bana inanmıyordu. İnanmamakta da haklıydı, çünkü o kaybolmuştu ve ben onu haftalarca bulamamıştım. Kızım artık onu koruyamayacağımı düşünüyordu.
Bir baba için ne kadar acı bir şey.
Ya bir anne için ne kadar acıdır?
Karmen...
"İtalya'ya gidiyoruz," dedim ve Nil'in yanağından makas alıp köşeden dönünce, yere inmiş uçağı gördüm. Geçtiğimiz günlerde aradığım İsveç büyükelçisinin oğlunu dün bir daha arayıp uçağa hemen yarın ihtiyacım olduğunu söylemiş ve işi de yapacağımın garantisini vermiştim. Uçağı göndermeye razı gelmiş ama verdiği işi çok fazla ertelemeden yapmam konusunda benimle anlaşmaya varmıştı.
Kardeşimin yürümeyi kestiğini fark ettim ve durup omzumun üzerinden baktım. Ağzını kapatamıyordu, şaşkın ve kızgın görünüyordu. "Hadi," dedim. "Hadi abiciğim, acelemiz var."
"Abi," dedi hayretle. "Bakkala gidiyormuşuz gibi kolay söylediğine inanamıyorum. Bir saat önce evden çıktık ve bizi buraya getirip İtalya'ya gidiyoruz, diyorsun." Nil bir amcasının şaşkın sesine, bir de bana baktı. "Neden? Karmen İtalya'da, biz neden oraya gidiyoruz? Birdenbire, yanımıza hiçbir şey almadan?"
Ellerimdeki çantaları kaldırarak gösterdim. "Kalacağımız yer ayarlandı, yeterince de eşya aldım."
"Karmen'i görmeye mi gidiyoruz?"
"Baba!" dedi Nil, bunu duyarak. Sevinçle gülüyordu. "Kaymen'e mi gidiyoruz? Ona da çiçek alsaydık, Kayina'ya almıştık."
"Hayır," dedim ona ve erkek kardeşime katı gözlerle baktım. "Mark'ı hatırlıyorsun değil mi? Sana anlatmıştım. Kim olduğunu ve nerede olduğunu buldum. İtalya'da. Dün İtalya'ya geçmiş, sabit konumunu buldum, onu görüp yapmam gerekeni yaptıktan sonra geri döneceğiz."
Utku hâlâ kararsız şekilde bana bakarak, "Biz neden geliyoruz peki?" diye sordu, birkaç adım yaklaşmıştı. "İş için hep gidiyordun, bizi pek götürmek istemezsin."
Evet, çok nadiren onları kendimle beraber iş yapacağım ülkeye çıkartırdım. Çünkü burada kurulu bir hayatları, düzenleri vardı. Nil annesiyle beraber kalıyordu, Utku da dağ tırmanışı için arkadaşlarıyla beraber ortadan kayboluyordu. Fakat son yaşanılanlardan sonra kızımı da kardeşimi de bırakamazdım, bu iş tahminen çok kısa sürecek de olsa kızımla kardeşimi yanımda götürecektim. Bu yüzden İtalya'da kendimize gözlerden uzak bir yerde ev ayarlamıştım, ancak kızım ve kardeşimin orada güvende olduğunu bilirsem işime odaklanabilecektim.
"Çünkü Nil'den bu kez ayrılamam," dedim açık açık. "Korkarım ona bir şey olur diye, bir şey yapacağım varsa da yapamam. Onu, seni düşünüp dururum. Üstelik onu bırakmamdan çok korkuyor.”
Utku'nun gözlerinde bir anlayış belirdi. "Ya buradaki hayatlarımız?"
"Burada kimimiz var ki Utku? Kimsemiz yok. Ayrıca..." bakışlarımı kaçırdım, sözümde duramamaktan korkarak başımı salladım. "Döneceğiz, işimi tamamlayıp döneceğim."
"Ben İtalya'ya gitmek istemiyorum," dedi huzursuz olmuş şekilde. "Burada bir hayatım var."
"Sen zaten hep giderdin Utku," dedim. "Dağa tırmanmak için hep bir yerlere giderdin, İtalya'ya neden gitmek istemiyorsun?"
Nil kollarını bana uzattığında onu alarak göğsüme yasladım ve o gözlüğümü çıkarıp kendi suratına takmaya çalışırken kardeşim oflayarak yanaklarını şişirdi. "Gitmek istemiyorum işte abi! Hem... Nalan'a söyledin mi? Nil'i yurtdışına çıkarıyorsun, bu öğrenilirse tekrar dava açar, alır Nil'i senden."
Kızımı kimse alamazdı benden.
Nalan’la bunu konuşacak vaktim olmamıştı fakat Utku'nun söylediği hiçbir şeyi yapamazdı. "Nalan'a verdiğim sözün arkasındayım. Hafta sonu uçağı gönderirim, Nalan'ı alıp getirir, Nil'i görür. Zaten hafta sonları hep bir yerlere uçmuyor muydu? Bir süre kızının yanına uçsun."
Utku, ona kalmamız için başka hiçbir mantıklı sebep bırakmadığım için kızarak gözlerime baktı. "Kalmak için benim sebeplerim varsa?" dedi.
"Ece mi?" dedim anlayarak.
Hiçbir şey demeden ayağını yere sürtmeye başladığında kafasının karışık olduğunu düşündüm. Deri ceketi helikopterin sertleştirdiği rüzgâr yüzünden üzerinden çıkacak gibi uçuşuyordu ve dalgalı saçları birbirine girmişti. Onun yaşındayken ben de bana yapılan emrivakilerden nefret eder, asla uyum sağlamazdım ama bu mecbur olduğum bir konuydu.
Mark'ı bulup öldürecektim.
"Sebebin Ece olduğunu açık yüreklilikle söyleyecek cesaretin olduğunda, burada kalmak için gerçek bir nedenin olduğuna inanacağım Utku. Fakat şimdi gidiyoruz."
Ona, binmesi için özel uçağı gösterdiğimde gözlerime anlaşılması kolay bir öfkeyle bakıp ilerledi. İkna olmasıyla rahatlayıp arkasından yürüdüm. Kuray'ın gönderdiği korumayla el sıkışıp uçağın içine girdim ve Utku'nun sol çapraza oturduğunu görünce Nil ile onun karşısına yerleştim. Çantaları ayaklarımın ucuna bırakıp kızımı dizime oturttum ve Nil şaşkınca etrafında olup biteni izlerken yaklaşıp alnından öptüm. "Bu bir uçak babacığım. Ses çıkarmasının sebebi de pervaneleri. Bir ulaşım aracı. Birazdan yerden kalkıp gökyüzünde uçmaya başlayacak ama sen çok fazla hissetmeyeceksin. Olur da korkarsan diye söylüyorum, seni hep kucağımda tutacağım."
Beni dikkatle dinledikten sonra, "Kuş gibi mi?" diye sordu.
"Bir nevi. Çok büyük bir kuş olarak düşünebilirsin. Kanatlarıyla uçacak."
Hostes kapıları kapattığında arkama yaslandım ve kızım da dizimde kayıp iyice göğsüme yumuldu. "Amcam uçmak istemiyor mu?"
"Biraz naz yapıyor tırtılım."
Kollarını bana dolayıp gülümseyince görünen dişlerine baktım ve Karmen'in söylediği sözcükler bir daha beynimden süzüldü. Dişlerinin hepsi çıkmadığı için gülerken damakları görünüyor, çok komik oluyor.
Dişleri bile çıkmamış olan bir çocuğu öldürdü.
Ben de onu öldüreceğim.
Çenemi Nil'in kafasına koyup koltukta, telefonuna kararsız bakışlar atan kardeşime döndüm. Huzursuz olmasına hak veriyordum, hayatını bir saat içinde başka yere sürüklediğim için oldukça kızgındı. Fakat biliyordum, o da en az benim kadar ölmesini isterdi Mark'ın.
"İstemiyor musun?" diye sordum Utku'ya. Parmaklarımı Nil'in kulağına kapattım ve o bunun bir oyun olduğunu sanarak kıkırdarken açık açık sordum. "Sana tüm anlattıklarımdan sonra Mark'ın ölmesini istemiyor musun?"
Mert, Mark'ın kim olduğunu bulduğunda, Karmen'in eski sözlüsü olduğunu öğrenmiş ve kafamda bazı parçaları birleştirmiştim. Karmen bir keresinde eski sözlüsünü aldattığını söylemişti. Muhtemelen Karina aldattığı o adamdan olan çocuğuydu ve Mark da aldatıldığını öğrenince Karina'yı öldürmüştü. Karmen'e olan öfkesini kızından çıkarmıştı. Parçaları bu şekilde birleştirmiştim ama Karmen gerçekleri anlatana kadar emin olamazdım.
Karmen... Onu telefonda tehdit ettiğimde bana fırça çekmiş, bir daha buna cesaret edemeyeceğimi söylemişti.
Şu an neye cesaret edeceğimi bir bilse...
Ama kabul edeyim, bana bir şeylere cesaret edemeyeceğimi söyleyerek kışkırtması etkileyiciydi.
"İstiyorum," dedi Utku, gözleri alev alev bakarken. "Karina'yı o öldürdüyse sen de onu öldür abi."
"Yapacağım," diyerek ellerimi kızımın kulağından çektim ve o sırada uçağın havalandığını fark ettim.
"Fakat orası İtalya," dedi Utku, bu kez. "Karmen de orada yaşıyor. Onun yaşadığı yerden... söylediğin kadar kolaylıkla ayrılabilecek misin?"
Başımı çevirip camdan dışarıya baktım.
"Baba," dedi Nil. "Kaymen Kaymen diyoysun ama onu görecek miyiz söylemiyoysun! Küseceğim ama ya! Biyaz açık oluy musun bana karşı?"
Kızımın söylediği son cümle, hayatında ilk kez kurduğu bir cümle olduğu için yadırgadım. Böyle kalıp cümleleri ancak başka yerlerden duyduğunda kullanıyordu. Kimden duyduğunu düşünürken Utku'nun da yakalanmış gibi Nil'e baktığını gördüm. "Sen Ece ile bizim konuşmalarımızı mı dinlemiştin?"
Nil bir anda elini ağzına kapattı ve sonra amcasından kaçmak için yüzünü göğsüme gömdü. Demek Ece ile Utku konuşurken bu diyalog geçmişti, kızım hemen kapıp kullanmaya başlamıştı. Nil'in saçlarını okşayarak gergin kardeşime baktım ve düşük bir sesle, "İstediğin zaman Ece'yi de getirtirim," dedim. "Zor olur ama benim için ama imkânsız değil."
Bana bir parça umutla bakıp dağınık saçlarını karıştırdığında camdan dışarıya döndüm. Nil helikopterinkalkışından yana gergin şekilde kollarımı sıkarken, "Düşmeyiz değil mi baba?" diye sordu.
"Hayır kızım. Düşsek dahi ben seni sıkıca sarmalarım, asla canın acımaz."
Nil, uçağın kalkışını kolaylıkla atlattı ve kafası kalbimin üzerindeyken bulutları izledi. Bir süre sonra heyecan doluydu, küçücük kalbi hızlı atıyordu. Acaba Karina'nın kalbi durduğunda Karmen yanında mıydı? Yanındayken mi ölmüştü? Yoksa... Dur Deren, Allah aşkına dur! Düşündükçe eyleme geçemiyorsun, aklını başında tutamıyorsun.
"Baba, pamuk şekey gibi," dedi kızım, alçaktaki bir buluta bakarak.
"Dişlerini fırçaladığında ağzında beliren köpüklere benziyor," dedim, güleceğini bildiğimden.
"Yaa babacığım!" Kıkırdarken boynunun arkaya düşüşü öyle tatlıydı ki, yaklaşıp şak diye öptüm. "Çok tatlısın, baban yesin seni."
"Yemesin, ben babamı yiyeceğim," diyerek göğsümü ısırdı.
"Mememi ısırdın kız," diyerek saçlarını kulağının arkasına koydum.
"Baba, sen niye bu kaday komiksin!"
"Seni güldürmek için."
"Anneme niye komik değilsin?" diye soruverdi aniden. "Hep bağırıyorsunuz, ona da komiklik yapsana."
Nalan’la ayrıldıktan sonraki tek korkum Nil'in bundan nasıl etkileneceğiydi. Bunu olabildiğince az yansıtmaya çalışmıştık ama bir o kadar da çatışmıştık, büyüdükçe anlamaya başlamıştı. Nalan'a olan saygımı kaybetmek istemiyordum, çünkü ne olursa olsun kızımın annesiydi. Ve kızımın gözünde annesine bağıran, annesini suçlayan bir adam olmak istemiyordum. Bu yüzden, "Olurum," dedim. "Annene de komik olurum babacığım."
"Canım babam," diyerek çenemden öptü.
Onu mutlu etmek öyle basitti ki hayret ediyordum. Kendime de hayret ediyordum, çünkü kahrımdan ölmek üzereyken bile mutlu eden kızımdı.
"Beyefendi, bir şeyler ister misiniz?"
Kadın sesini duyunca küçük bir baş hareketiyle dönüp baktım. Bu kadını helikoptere bindiğimden beri ilk kez görüyordum. Saçları tepesinde sıkı bir topuzdu ve üzerinde yakaları açık beyaz gömleğiyle siyah eteği vardı. Elinde bir tepsi tutuyordu. Nereden çıktığını anlamayarak kadına dik dik baktım. "Helikopterde hostes, pilot ve korumadan başka kimse olmayacaktı."
"Kuray Bey özel olarak benim de sizinle uçmamı, rahatlığınızdan emin olmamı istedi." Gözlerini üzerimde, yüzümde gezdirdi.
Ben daha cevap vermeden Nil, kadın sesini duyup başını hızlıca kaldırdı. "Sen kimsin?"
Kadın bunun üzerine Nil'e gülümsedi. "Merhaba tatlım. Bir şey içmek ister misin?"
"Hayır!" dediği gibi üzerime daha çok çıktı Nil ve kollarını hızlıca boynuma sararak yanaklarımdan öpmeye başladı. Ah tırtılım, ondan daha azını da beklemezdim.
Kadın Nil'in asabiyetine karşı sadece baş sallayıp tekrar bana döndü. Yumuşak bir ses kullandı. "Siz bir şey içmez misiniz?"
Benim yerime de, "Hayıy!" dedi Nil ve sonra yüzümün önüne geçerek kadına karşı yüzümü kapattı. "Canım babam benim, sen de beni öpsene."
Utku'nun çaktırmadan güldüğünü gördüm ve Nil'in kolları arasında boğulmaya başlayıp kadına küçük bir an baktım. "Bir şey içmeyeceğim. Çekilebilirsin."
"Baba, bakma!" Nil yüzümü çevirip surat astı ve sonra kadını katık kaşlarıyla süzdü. "Babam bir şey istemiyoy. Ben de istemiyoyum. Utku da istemiyoy."
Kardeşim, "Aslında ben bir soğuk içecek alabilirdim," dedi.
"Utku!" Nil, Utku'yu da kıskandığı için sinirlendi. "Seni kulaklayından tavana asayım!"
Nil'in söylediği cümledeki tuhaflığı sezdim ve bunu bana yapmış olan Karmen'i hatırladım. Aynı cümleyi kurmuş, kulaklarımdan tutup gerçekten bunu yapmayı denemişti. Bunu Karmen'den duymuş olmasından başka bir olasılık yoktu. Benim gibi Nil’le de mi şakalaşmıştı?
Kızımın kollarını ölmeden önce boğazımdan ayırmaya çalışıp kadına, "Çekilebilirsin," dedim bir daha.
Geriledi. "Bir şeye ihtiyacınız olursa..." altdudağını yavaşça ısırdı. "Beni çağırabilirsiniz."
Utku genzini temizlerken Nil sinirle soluk alıp vermeye başladı ve kadın arkasını dönüp çekildi. Hâlâ nasıl helikopterde olduğunu düşünüyordum, kontrolüm dışında ve haberdar olmadığım pürüzler iş sırasında çok canımı sıkardı. Kadın gittiği için Nil'i biraz daha çekip dizime oturttum ve o beni azarlarken, telefonumu çıkarıp birkaç saat önce Kuray'ın attığı mesajlara yeniden baktım.
Dostum, helikopteri gönderiyorum.
Sözünde dur.
Ayrıca sana bir hediyem de var.
Uçakta keyifli vakit geçirebilirsin[SE2] . :)
O an sikimde olmayan mesajların manasını şimdi anlayıp, "Geri zekâlı," diye mırıldandım. "Zaten ne beklenir ki böyle sayko heriften."
O sırada beni hâlâ azarlayan kızım, "Baba, ben sana kadınlayla konuşma diyorum," dedi. "Benim babamsın sen ya!"
"O kadın babanın babası olmasını istemiyordur," dedi kardeşim, soytarılık ederek. "Başka bir şey istiyor."
"Sus Utku'cuğum ya!"
Kardeşime ters bir bakış atarak, "Kızım, abartma," dedim. "Bize bir şey sordu yalnızca."
Omuz silkti. "Bana ne, bana ne! Başkasına soysun."
İnatla dikleştirdiği çenesini sıkıp burnundan öptüm ve kalbime yasladım. Nil çok söz dinleyen, uslu bir çocuktu ama benimle ilgili kırmızı çizgileri vardı, çok kıskançtı.
Acaba... beni Karmen'den de kıskanır mıydı?
Neden... Çok aptalım, neden bunu düşünüyordum? İkisini bir araya getirmeyi bile istemiyordum ki.
Helikopter saatler sonra inişe geçtiğinde Nil kollarımda uyuyakalmış ve Utku düşüncelere dalmıştı. Nil uyumamak için epey mücadele vermişti, o kadının gelip beni alabileceğini söylemişti ama çok da dayanamamıştı. Helikopter yere değdiğinde ancak o zaman sarsıntı ile uyanıp uyku sersemiyle bir ses çıkardı. "N'oluyoy?"
"Bir şey yok kızım, iniyoruz."
Geniş bir arazinin ortasına inmiştik, gökyüzünde gün batımı vardı. Merdivenden inince ılık havada ürperen kızıma baktım ve sonra ilerideki büyük evi fark ettim. Büyükelçi yardımcısı benim için kısa sürede hazırlatmıştı, bir süre kızım ve kardeşimle burada kalacaktım. Bizi korumalar ve polis koruyacaktı.
"Pilotun ayrılması gerekecek efendim, uçak arazide kalacak. Aradığınız an pilot size geri dönüş yapacaktır."
Gözlüklerimi gözlerime indirirken korumaya baş salladım ve onları arkamda bırakarak arazide ilerlemeye başladım. Evin civarında birkaç koruma olduğunu söylemişti yardımcı, bilhassa ben istemiştim. Eve doğru ilerlerken Nil uykulu şekilde esniyor, kardeşim de eve inanamayarak bakıyordu. "Üşüyor musun kızım?"
"Biyaz. Babam sayılırsa üşümem." Oyuncu şekilde güldü.
"Zilli seni," dedi Utku, ona.
Nil'i daha sıkı sarıp hızlandım ve eve yaklaşınca kapısında duran iki adamı gördüm. Evin civarında da birkaç adam vardı, sivil polislerdi muhtemelen. Türk olduklarını, kendi aralarında konuştuklarında duymuştum. Beni gördüklerinde sağ taraftaki bir adım öne çıktı. "Hoş geldiniz Deren Bey, sizi bekliyorduk."
Kızımı, kendime saklayarak sadece başımı salladım ve adam peşimize takılıp cebinden anahtarı çıkardı. Ev, iki katlı bir taş evdi ve gözden uzaktı. Duvarlarında yeşil sarmaşıklar kaplıydı, camları genişti. Kapı açıldığında ve arkamızdan ılık bir rüzgâr içeriye girdiğinde, kızımla beraber ilk adımı attım. "Biz dışarıda bekliyoruz efendim. Eğer bir sorun olursa ben Emre, seslenebilirsiniz."
"Eyvallah Emre."
Anahtarı Utku'ya vererek dışarıya çıkan adamın ardından kapıyı kapattım ve doğrudan salona açılan eve baktım. İçerisi ne soğuk ne de sıcaktı. Mobilyalar, koyu renkte ve deriydi. Eksiksiz dizilmiş sade bir evdi. Kardeşim doğrudan köşedeki koltuğa yürüdü ve dirseklerini dizlerine koyarak oturdu. "Birkaç saat içinde hayatımın değiştiğine inanamıyorum."
"Laptoplar çantada, bir şeyler izleyerek vakit geçirebilirsin," dedim ona ve diğer koltuğa yürüyüp Nil'i yumuşakça bıraktım. Bacaklarını kendine çekip esnerken gözlerini tekrar açtı. "Biyaz uyuyayım mı baba?"
"Uyuyan güzelim mi olacaksın sen benim?"
Gözlerini tekrar kapatırken gülümsedi, o kadar uykusu vardı ki geldiğimiz eve bile bakamamıştı. Yoksa meraklıdır, illaki çevresini izlerdi. Köşedeki pandufta duran örtüyü aldım ve kızımın üzerine iyice örterek kalp atışlarını kontrol ettim. Kalbinin üzerine yattığında iyi olduğundan emin olmak istiyordum. Küçücüktü kalbi, doğduğundan beri atışlarını, nefeslerinin sesini dinlerdim.
Saçlarını da okşayıp kardeşime baktım ve ellerini ensesinde gezdirerek evi süzdüğünü gördüm. Yanına yürüyüp omzunu sıkarken, "Mutfakta her şey mevcut," dedim. "Yukarıya çıkıp hazırlanacağım. Ben dönene kadar Nil sana emanet. N'olur kızma bana artık, sen olmasan elim kolum bağlanır, hiçbir şey yapamam. Emrivaki için üzgünüm fakat ben de hayatımın bu noktaya geleceğini, birini bu kadar çok öldürmeyi isteyeceğimi bilemezdim."
Başını kaldırıp baktığında gözlerindeki ifade bu kez üzüntüydü. Göğsünden derin bir iç çekiş koptu ve elini omzundaki elime götürüp hafifçe vurdu. "Sana hak veriyorum ama korkuyorum da. Burası Türkiye değil, kimseyi tanımıyoruz, bu adamlar mafya... Neyin içine giriyoruz biz abi?"
"Merak etme, güçlü bağlantılarım var. Nil ve sana bir şey olmasına ölsem bile izin vermem." Kardeşime güven veren gözlerle baktım. "Helikopter bir süre benimle olacak. Kısa sürede istediğimiz yere gideriz, buraya hapsolmuş değilsin. Yıllardır karanlık işler yapıyorum, bunun da çok farkı yok. Yalnızca daha kişisel ve..."
"Duygusal," diye tamamladı kardeşim beni. "Bu iş hepsinden farklı. Bu seninle ilgili. Karmen’le ilgili. Karina ile ilgili." Gözlerindeki duygu artık acıydı. "Neden böyleyiz abi? Neden Karmen'in bize yaptıklarına rağmen onun kızının ölmüş olmasına bu kadar üzülüyoruz? Neden Mark'ı öldürmek için ülke değiştiriyoruz? Çok mu aptalız yoksa Karmen'de gerçek olan bir şeyleri hissettiğimiz için mi bu kadar yenik düşüyoruz?"
Karmen'in adını her geçirdiğinde öfke ve aynı oranda acıyla bakıyordu. Benim gibi ne affedebiliyordu onu ne de... "O çıplak ayaklarıyla, hüngür hüngür mezara dokunup ağladığı an aklımdan çıkmıyor. Bana düşüncesine tahammül edemediğim her şeyi yaşadığını söylediğini unutamıyorum. Kayıtsız kalamıyorum, yaşadığı o büyük acıya kayıtsız kalamıyorum. Kaç kez kendini öldürmeyi denedi mesela, gün içinde en az yüz kez bunu düşünüyorum... Nasıl yapmayayım, nasıl hayatıma öylece devam edeyim?"
Utku anlıyormuş gibi kafasını salladığında, eline hafifçe vurup arkamı döndüm ve kızıma bir daha bakıp yukarıya çıktım. Merdiven ahşaptı ve çok geniş değildi, Nil'in buraya asla tek başına çıkmaması lazımdı. Elimdeki çantalarla üst kattaki odalara baktım ve kendime ait olanı bulup içeriye girdim. Çantaları bırakıp yuvarlak, siyah örtülü yatağa, geniş dolaba, bir elin parmağını geçmeyecek eşyalara bakıp dolabı açtım. İçeride kıyafetler vardı, ben de getirmiştim. Dolaptaki takımlardan birisini alıp yatağa fırlattım ve üzerimdeki tişört ile pantolonumu çıkardım. Ütülü, kaliteli takımın gömleğiyle kumaş pantolonu üzerime geçirdim. Altımda bir çelik yelek vardı. Düğmeleri iliklerken gözlerimin önüne Karmen'in gömleğimin düğmelerini açtığı bir an canlandı.
Ellerini göğsümde nasıl da gezdirmişti.
Kafamı iki yana sallayıp kravatımı taktım ve sonra ceketimi giyindim. Tamamıyla siyahlara bürünmüştüm. Ceketin önünü sertçe düzeltip dijital, siyah kolsaatime baktım ve telefonumu, çıkardığım pantolonumdan alarak yanağımı şişirdim. Piç Yaman'ı arayacaktım.
Aramayı yapıp telefonu kulağıma koydum ve az sonra Yaman, "Ne var?" diyerek aramamı gergince açınca dişlerimi sıktım. "Elinin körü var şerefsiz! Bilgi ver diye aradım, Mark n'apıyor?" Bu herife sürekli küfretmek istiyordum.
"Araçları hazırlanıyor, bir yere gitmek üzere."
"Fark edilmedin değil mi?"
"Henüz değil. Zaten fark edilirsem senin yüzünden öleceğim."
"Kızımı kaçırmasaydın şerefsiz! Müstahak sana!"
Sabırla aldığı nefesi duydum. "Kızın âşık ama bana."
İşte şimdi öfkelenmiştim. Kızımın Noah ve Yaman'a olan ilgisini unutmaya çalışıyordum, nereden de hatırlatmıştı! "Böyle konuşmaya devam ederek Gece'nin hayatını tehlikeye atıyorsun. Unutma, sen benim istediklerimi yerine getireceğine söz verdiğin için Gece'yi bıraktım."
"Gece'ye dokunmayacaksın, anlaşmıştık." Hattın diğer tarafında sessizleştikten sonra, "Sana ulaştıracağım adrese gel," dedi. "Bu gece Mark ile tanışacaksın."
Mark'ın adı geçince sertleşen elimden yatağa fırlattım telefonu ve Nil'i kaybettiğimden beri bana musallat olan panikle kalbimi tuttum. Birkaç dakika süren aşırı nefes darlığı ve kalp ağrısı yaşıyordum, bir konu hakkında tedirgin olduğumda ve Karmen’le, Nil’le bağlantılı bir şey yaşandığında gelişiyordu. Kalbimi dışarıdan sertçe ovalayıp silahımı, susturucuyu çantadan çıkardım ve belime koyarken gözlerimi sımsıkı kapattım.
Bu Karmen'in silahıydı.
Aşağıya inerken kalbimdeki sıkışmaya rağmen Utku'ya hiçbir şey belli etmedim. Kızımı uyandırmadan öptüm, Utku'yu tembihledim ve evden, korumalardan birisini alarak ayrıldım. Evin camları kurşun geçirmezdi, özellikle istemiştim. Bu güvenceyi kendime sağladığım için bir nebze rahattım. O koruma beni Yaman'ın attığı adrese kısa sürede ulaştırdı ve arabadan inip Yaman'ın bir ağacın arkasına doğru saklanan arabasına ilerledim. Kapıyı açıp yanındaki boşluğa oturduğumda gözlerini bana çevirdi ve aramızda nefret dolu bakışma yaşandı.
"Onu öldürme," dedi sadece. "Onu öldürme Deren. Mark'ı Karmen'in kendisi öldürmek istiyor, bunu Karmen'in elinden alma. Seni asla affetmez. Karmen'in bu vakitten sonra kızına verebileceği tek şey katillerinin ölümü. Bu yüzden Karmen'den bunu alırsan kendisini kızına karşı başarısız, suçlu hissedecek."
Yaman, ona bu konuyu açtığımda ve onu Mark'ın peşine sürüklediğimde bunları bana defalarca söylemişti. Hak vermeye çalışıyordum ama öldürmesem bile Mark'ı rahatsız etmeliydim, bu yüzden bir noktada zaten onunla tanışacaktım. "Peki neden hâlâ öldürmüyor?" diye ilk kez sordum. İlk kez soruyordum, çünkü kızı ve kendisiyle ilgili her şeyi bizzat Karmen'den öğrenmek istiyordum.
"Karmen doğru anı bekliyordur. Hesapsız kitapsız iş yapmaz."
"Karmen hakkında benden daha fazla şey bilmene sinir oluyorum."
Ama onun da Karmen hakkında bilmediği şeyler var. Göğüslerinin arasındaki beni mesela. Bana bakışı. Bana gülüşü.
"Biliyorum."
Birbirimize dönüp nefretle baktık.
O sırada uzaktan gelen sesi duyduk ve aynı anda camlardan dışarıya döndük. Mark'a ait olduğunu tahmin ettiğim evden bir araç çıktı, ardından ikincisi. Yaman ikinci aracı göstererek, "Mark içinde," dedi.
"Uyanık adamlardır, fark edilmeden takip etmek lazım."
"Biliyorsun bir zamanlar senin gibi uyanık bir adamı da ayakta uyutmuştuk, bu yüzden halledebilirim," dedi ve arabayı çalıştırdı.
Dişlerimi sıkarak güldüm. "Hatırlat, bu dediğinin hesabını daha sonra soracağım."
Genelde ifadesiz, tepkisiz bir adamdı ve yine bundan öteye gidemedi. Aracı çalıştırıp Mark'ın peşine düştüğümüzde belimdeki silahı çıkarıp dizime koydum. Mark'ın yüzünü fotoğraftan görmüştüm, Mert bana onunla ilgili birçok bilgi getirmişti. Bu gece de yüzünü görecektim.
O yüze kurşun sıkmadan nasıl duracaktım?
Camdan baktım ve Sicilya'nın tedirginlik veren sokaklarında ilerlerken Karmen'e rastlama düşüncesi vücudumu buz gibi yaptı. Sahi, ne yapardım ona? Onunla karşılaşsam? Sol tarafımda bir ağrı oluşur herhalde, ellerim uyuşur... Koluna bakarım, hâlâ acıyor mu diye.
Acıyor mu?
Acıyor ama orası değil, kalbi.
İçinde olduğum araç durunca gözlerimi ön cama çevirdim. Bir otoparka inmiştik, içeriye bizimle giren çok araç olduğu için fark edilmemiştik. İnsanlar asansöre doğru giderken gözüm o plakayı takip etti ve koruması arka kapıyı açınca Mark adımını dışarıya attı.
Karina'nın katili.
Genç bir adam olduğunu fotoğrafta da görmüştüm. Klasik bir Rus vatandaşına benziyordu, sarı saçları ile renkli gözleri vardı. Tamamıyla benim zıttımdı. Üzerindeki o pahalı kıyafetlerin alındığı lüks mağazaları bile hayal edebiliyordum. Saçlarını özenle yana doğru taramıştı ve gözleri etrafına kısık, kontrol ederek bakıyordu. Korumaları çok çabuk çevresini sarmalamıştı. O kadar nefret dolu hissettim ki, bir an cidden araba kapısına uzandım.
"Hayır," diyerek derhal tuttu beni Yaman. "Buradan sağ çıkamazsın yapma."
Değer değmesine ama ölemem... bir çocuğum var.
"İçeriye girsinler, arkalarından gireriz," dedi artık alıştığım bir tasasızlıkla.
Sadece başımı salladım ve Mark asansöre bindiğinde o sıfatına atmak istediğim tükürüğümü zorlukla yutkundum. Bir savaşın bile ahlakı olurdu ama bu adamda zerre kadar ahlak ve insanlık olmadığı Karina'yı öldürmesinden belliydi. O yüzden sıfatında yalnız bir şeytanı gördüm.
"Korumalarının bir kısmını burada bıraktı," dedi ileriye bakarak. "Sen çık, ben burada bekleyeyim. Eğer Mark'ın korumaları bir sebepten harekete geçerse seni uyaracağım."
Ellerimle ısınan, terlemiş yüzümü sertçe ovuşturup kafa salladım. Çok kalabalık olması umurumda değildi, o adamı yakından görmeyi istiyordum.
"Eğer bu gece Mark'ı öldürmeyi denersen sen de öldürülürsün," dedi ve dışarıyı gösterdi. "Bir bak şu kadar korumaya, şu kadar insana. Hayır yani, senin için de demiyorum. Nil babasız kalmasın, çok üzülür."
Bir anda dizimdeki silahımı alıp yana döndüğüm gibi suratına tuttum. "Nil'in adını ağzına alma demiyor muyum?"
"Seviyoruz birbirimizi babası, kızma."
Dişlerimi sıkıp sakinleşmek adına gözlerimi kapattım ve silahı sertçe göğsüne vurup geri çekildim. Araçtan inerken hiçbir şey olmamış gibi umursamazca önüne döndüğünün farkındaydım. Nil'in Yaman'a sempati beslediği açıktı fakat bana yaptıklarından sonra ikisini bir araya getirecek değildim.
Araçtan uzaklaşırken korna sesini duydum ve dönüp baktım. Kafasını dışarıya çıkarttı. "Çelik yeleğin var mı?"
"Yoksa n'apacaksın piç? Üstündekini mi vereceksin?"
"Hayatta vermem," dedi.
Ona ortaparmağımı gösterip önüme döndüm ve birkaç yabancıyla asansöre bindim. Silahı tekrardan belime koymuştum, herhangi birisinin koruması gibi yukarıya çıkmam daha makul olurdu. Asansör açıldığında boğucu yerde kırmızı halı olan bir koridorda buldum kendimi. Önümdeki adamlar yavaşça ilerleyip koridorun sonundaki kapının arkasında kayboldular. Girerken davetiye göstermişlerdi, bir davetiyem henüz yoktu.
Oraya doğru, arkamdan gelen adamla ilerlerken ayağımın altında aniden bir şey hissederek durdum. Boyalı ayakkabımı kaldırıp baktığımda da kırmızı halının üzerinde küçük materyali gördüm. Eğilip elime aldım ve beyaz bir inci olduğunu fark ettim, hatta duvarın dibinde bir tane daha vardı.
Elimdeki inciyle beraber doğrulurken hızla açılan bir kapı sesi duyup başımı kaldırdım. Herkesin girdiği salonun kapısı açılmış, içeriye, koridorda bekleyen korumalar girmişti. Kaşlarımı çatıp etrafı süzdüm ve ardından o salona doğru ilerledim. Kapının önünde durup tedbir amaçlı silahımı çıkardım ve kafamı içeriye sokunca... Çok yüksek bir yerden düşmüş gibi hissettim, yere çakılışım kuvvetli bir kalp çarpışıydı.
Bana n'aptığını bilmediğim birisi orada.
Karmen.
Mark'ı arayan gözlerimin Karmen'i görmesi bir hayal gibiydi.
Onu gördüğüm an salonun içindeki herkesin görüntüsü flulaştı, berrak olan tek şey onun kendisiydi. Siyah, vücudundan akan tek parça bir askılı elbisenin içindeydi. Boyu yüksek duruyordu, topuklu ayakkabı giymiş olmalıydı. Boynunda ağır bir takı vardı, elimdeki inci... Boynumdaki incilerin aynısıydı, onun üzerinden düşmüştü. Saçları taranmış, parlaktı ve yüzü pudralanmıştı, dudaklarına koyu bir kırmızılık hâkimdi. Her şey yerli yerindeydi, hiçbir aşırılığı yoktu, tüm bunlar zaten onun kendisini temsil ediyor gibiydi. Dudaklarının küçük asabi hareketi, çenesinin kalkışı, sert nefes alışı...
Delireceğim ya da delirdim, çünkü başka hiçbir şey yokmuş gibi yalnızca ona bakıyordum.
Dudaklarımdan dökülemeyecek ama... çok güzeldi.
Dudaklarını hararetle açması, yalnız onu gördüğüm dünyadan kopardı beni ve o zaman etrafının farkına vardım. Karşısındakinin Mark olduğunu görünce koruma ve saldırganlık duygusundan ibaret oldum. Mark, Karmen'e bir adımım kadar yakındı, karşılıklı duruyorlardı, etrafta bir sürü başka adam pürdikkat onları izliyordu. Karmen'in burada olması şaşkınlık verici değildi, çünkü İtalya'daydım ve belli ki o da Mark'ın peşindeydi. Gözlerimi o ikisinden ayırmadan telefonumu çıkarıp Yaman'a hızlı bir mesaj çektim.
Karmen burada.
Oo harika. Özlemiştim. Mark'ın burada bıraktığı korumalardan bazıları da asansöre yöneldi, haberin olsun[SE3] .
Piçin kayıtsızca verdiği yanıta küfrettim ve başımı bir daha kaldırınca, beni korkunç bir adama dönüştürecek şeyi gördüm. Mark, bir silahı çevirmiş, Karmen'i hedef almıştı. Bunu görünce kulaklarım o kadar uğuldadı ki konuşulan hiçbir şeyi duyamadım. Karmen'in suratına bir silah doğrultulmasına rağmen tepkisiz kalışı, ne kadar korkusuz olduğunun da bir göstergesiydi fakat oraya gitmeden duramazdım.
Bu yüzden kapıyı biraz daha ittim ve bir gürültü çıkarıp kendime açtığım boşluktan içeriye yürüdüm. Kapıyı itişimden dolayı herkesin bana döndüğünü hissetmiştim. Sert adımlarla salondaki yüksek sahneye yürürken, gözlerim yalnızca Karmen'e hedef alınan silahtaydı. Kimse ona silah doğrultup canını yakamazdı. Yoluma çıkan adama yalnızca birkaç saniye bakıp elimin tersiyle ittim ve sahneye çıkıp Karmen'i arkama aldım. Etrafın sessizliğini ve onun bakışlarını üzerimde hissederek Mark'ın tuttuğu silahı sertçe kenara ittim. Ardından kendi silahımı ona hedef aldım. "Sen kimsin?" dedi, öfkeyle.
"Deren Ateş." Parmağımı tetiğe koyup elimdeki inciyi cebime attım. "Karmen'in korumasıyım."
🎠
Karmen Russo.[SE4]
Deren bana âşık.
Kızımı seviyor.
Ve benim onu sevmediğimi düşünüyor.
Böyle düşünmekte fazlasıyla haklı olmasına rağmen yine de kızmak istiyordum. Noah onu vurduğunda ne kadar acı çektiğimi, Mark'ın korumaları ona yöneldiğinde nasıl paniklediğimi hiç mi görmemişti? Abilerime, gerekirse ondan uzak durmaları için meydan okuyacağımın biraz bile farkında değildi demek ki. Bu denklem beni bu sonuca götürüyordu. Onu hiç sevmediğimi düşünmesi hayatımızın olağan akışına en uygun şeydi. Çünkü bir insan ağladığında onun için bir şey yapmazsanız sizi sevmediğini düşünürdü.
Üstelik Deren, o an ağlarken beni biraz seviyorsan yardım et, demişti her şeyden habersizce.
Yardım edebilecekken etmemiştim.
Buradan bile yola çıkarak onu sevmediğimi düşünüyor olabilirdi.
Eve, arazimize doğru yaklaşırken, "Abinlere ne söyleyeceğiz?" diye sordu Angel, tedirgin şekilde. "Deren'in oraya geldiğini öğrenirlerse öldürürler. Üstelik orası normal bir yer değil, masaj salonu. İkimiz de neredeyse çıplaktık. Salvador bunu öğrenirse Deren'i saunada sıcaktan bayıltır, sonra masaj salonuna sürükleyip üstüne basa basa masaj yapar. Deren'in kemiklerinin kırılma sesini duyabiliyorum." Ürpermiş gibi uzaklara baktı.
Deren ayrıldıktan biraz sonra yengem saunadan çıkmış, koridordaki yaralı adamları görerek çığlık koparmıştı. Bunun üzerine giyinip derhal korumaları, diğer korumalara haber vererek aşağıya indirmiştik. Şimdi arkamızdaki araçla bizi takip ediyorlardı, Noah'ı arayarak doktorumuzu eve çağırmasını istemiştim. Birazdan iki hafif yaralı koruma da iyileşecekti. Deren onları bacaklarından vurmuştu, sonra da ses çıkarmaması için birinin ağzına kravatını sokmuştu.
"Anlattığım gibi Angel, Deren'den asla söz etmeyeceğiz. Korumaları ben vurdum, çünkü beni sinirlendiler ve kontrolsüz davrandım." Arabayı yan yana dizilmiş bir sürü arabanın yanına, garaja park edip ellerimi direksiyondan ayırdım. "Korumalara da öyle söyledim, hepsi bir ağızdan bana itaat edecekler."
"Abinler korumaları vurmana inanacak mı?"
"Bir kez yapmıştım."
Aklına gelen anıya gülümsedi, ardından ofladı. "Cilt bakımımı da yaptıramadım..."
Çantamı alıp korumamın açtığı kapıdan indim ve topuklularıyla koşturan yengemle beraber garajdan çıktım. Eve yürürken bahçeden geçtim ve korumaların, yaralı getirdiğimiz korumalarla ilgilendiğini gördüm. Noah ile Salvador evin merdivenindeydi, Noah'a doktor çağır dediğim için endişeyle bakıyorlardı. Büyük abim öne çıkıp derhal bizi süzdü ve sonra ellerini yengemin üzerinde dolaştırarak gözlerime baktı. "N'oldu? Doktor içeride. Kim yaralandı?"
"Karmen çok sinirlenip korumaları vurdu," dedi Angel pat diye ve masalımızı anlatmaya devam ederek kollarını abimin boynuna doladı. "Yani, kardeşin dengesiz biraz, biliyorsun kocam."
Abim kaşlarını çatarken Noah korumaların getirdiği diğer iki yaralı korumaya doğru baktı. "Ne diye vurdun korumaları? Aklını mı kaybettin Karmen? Yoksa uygunsuz bir şey mi yaptılar?"
"Hayır," dedim ifadesiz görünmeye çalışarak. "Tutturdular masaj katına da gelelim, sizi koruyalım diye fakat istemedim, ısrar ettiklerinde de sinirlendim."
Abilerim iki yana açılıp korumaların eve taşıdığı yarı baygın korumalara göz atıp sonra birbirlerine kuşkuyla baktılar. Angel söylediklerimi destekler gibi başını sallayıp sonra Salvador abimin aklını dağıtacak o hamleyi yaptı. "Vücudum saunada çok terledi, duş alacağım, gelmek ister misin?"
Amgel'ın sinsiliğine dudaklarımı kıvırırken, abimin onu eğilip aniden kucaklamasını izledim. Yengem bir çığlıkla kollarını onun boynuna doladı ve abim merdiveni çıkmaya başlarken onun kızıl saçlarından öptü. "Akşam yemeğine kadar bizi rahatsız etmeyin."
Noah, onlar gözden kaybolduklarında bana dönüp düşünceli şekilde yaklaştı. Yanağımı okşayıp alnımdan öperken, "Onlar bizim korumalarımız," dedi. "Sadakatsizlik etmedikleri sürece bizim de onları koruma sözümüz var, unutma. Yaptığın kabul edilebilir gibi değil."
"Haklısın. Fakat merak etme, telafi edeceğim."
Böyle olsun istemezdim, Deren'in yapmaya mecbur kaldıklarından bir noktada ben de sorumluydum. İçeriye geçerken doktorun ve korumaların zemin katta olduğunu fark ettim, orada bir ameliyat ortamımız vardı. Noah kontrol etmek için oraya inerken ben de asansörü kullanarak malikânenin en üst katına çıktım ve odamdan içeriye girince sırtımı kapıya yasladım.
Ellerim yukarıda, gövdemde birleşti.
Ruhumun sesini dinledim.
"... ben âşık olduğum kadının her şeyini sevebilirmişim."
Kıkırdadığımı, çıkan sesle beraber fark ettim ve güldüğüme hayret ederek yatağıma ilerledim. Ceketimle çantamı yere bırakıp yatağın kenarına oturdum ve ellerim hâlâ ruhumdaki Deren'e dokunurken, dudaklarımdan aynı kıkırtı tekrar döküldü. "Bana âşık."
Ama seni affetmeyecek.
"Ama bana âşık," dedim içsesime.
Ama seni asla affetmeyecek.
"Affetmese de kalbi benim. Bu, bana âşık olduğuna göre beni görünce heyecanlanıyordur da..."
Vücudumu arkaya bırakıp geniş tavanı izlerken altdudağımı emmeye başladım. Ellerim ağrıyan, bulanan midemi tutarken dudaklarımdaki gülümsemenin hâlâ devam ettiğini fark ettim. Galiba... Karina'yı kaybettiğimden beri ilk kez bu kadar uzun süre gülümsemiştim. Hâlâ gülümsüyordum.
Kes şunu!
Yapamıyorum...
Yan döndüm ve gülen gözlerim Karina'mın fotoğrafını görünce içimdeki sevinç tatsızlaştı, daha sade, parıltısız bir sevince döndü. Gülümsememin solgunlaştığını fark ettim ama sonra hatırladıklarım gülümsememi çoğalttı. "Deren seni de sevdiğini söyledi Karina'm. Hem de her şeye rağmen. Seni seviyor. Tanısan sen de onu seversin. O kadar şefkatli, merhametli bakıyor ki insanın gözlerine, için ısınıyor, sığınmak, sarılmak istiyorsun. Tabii... bana artık öyle bakmıyor."
Bir daha öyle şefkatle bakar mıydı acaba?
Ya da çokbilmişliğime gülerken başını önüne eğer miydi?
Her olaya, her tavrıma karşı farklı bir gülüşü vardı. Mesela çok sık çaktırmadan gülerdi. Hepsini hatırlıyordum.
Düşünüyorum... Birbirimize hiç aynı anda gülümsedik mi?
Sanırım yalnızca bir kez.
Yataktan, Deren'i düşünerek kalktım ve geniş cama yürüyüp açtım. Balkona adımımı atıp demirlere yaslanınca aşağıya baktım, Enrica birkaç korumayla konuşuyordu. Yüksek sesle ona seslendim. "Enrica, odama çık."
Beni çok çabuk fark etti ve yanındaki diğer korumalarla beraber buraya döndü. Derhal başını sallayıp eve yürüdüğünde dirseklerimi balkonun korkuluklarına yaslayarak dışarıyı izledim. Enrica odama kapıyı çalarak girdi ve durması gereken mesafede durarak, "Buyurun efendim," dedi.
"Korumalar nasıl?"
"Doktor Enzo ilgileniyor, iyi görünüyorlar."
"İyi, birkaç gün dinlensinler." Korumalarımız bizler için değerlidir, çünkü biz onlara ne kadar değer verirsek bize o kadar sadık olurlar. Armani gibi, son anlarına kadar. "Hesaplarına yüklü bir miktar para yatır, küçük telafi hediyem olduğunu söylersin. Teşekkür etmeye falan gelmesinler."
"Siz nasıl isterseniz."
Gözüm gülüşerek konuşan korumalarda dolaşırken, "Mark nerede, n'apıyor?" diye sordum.
"Rusya'ya, evine döndü. Korumalarını iki katına çıkarmış, bir Rus diplomatı ağırladı bugün, hükümetten de yardım alıyor olması yüksek ihtimal."
Korkusundan, köşeye sıkışmışlığından haz alıyordum. Şimdi onu uyku bile tutmuyordur, gözleri açık yatıyordur. Şu an bir şey yapacağımı zaten bekliyordu ama ben beklemediği anda harekete geçmek istiyordum. Diğer yandan içimde bir tehlike sezgisi daha vardı. Mark, Deren'i tanıyordu, Nil'i biliyordu. Bu, onun yapabileceklerini deneyimlemiş birisi için çok korkunç bir gerçekti.
Nil, Türkiye'de miydi yoksa İtalya'da mıydı?
"Nil'i korumamız lazım Enrica ama Deren bunu asla kabul etmez."
"Sizin istemeniz yeterli efendim."
Yanaklarımı şişirerek düşünceli şekilde ona döndüm. Sadakatinden şüphem olmadığı için iş yapılacaksa abilerimden sonra ilk ona söylerdim. "Sen benden haber bekle. Nil'in İtalya'da olduğundan emin olduğumda nerede kaldığını buluruz, hiç fark edilmeden koruruz onu."
"Tabii ki."
"Abimlere bahsetme. Çekilebilirsin."
Enrica odamdan ayrılınca yatağıma tekrar oturup ayağımdaki topukluları çıkardım. Tırtılım benim, nasıldır acaba? Deren onsuz ayrılmaz ülkeden ve onu da getirdiyse Nalan ne tepki vermiştir? Velayeti annesindeydi. Hem... Özlerdi Nalan kızını, çok özlerdi.
Sanki senin yüzünden haftalarca özlemedi.
Yatağıma tekrar uzandım, duşa girmeden önce elimi başımın altına koyup Deren'i düşündüm. İstemsiz oluyordu, aklımdan çıkaramıyordum. Bana âşık olduğunu söylediğini nasıl unutacaktım acaba, o bir daha söylemez gibiydi çünkü.
Akşam yemeği vaktinin yaklaştığını fark ettiğimde kalkıp duş aldım. Vücudumu, saçlarımı özenle yıkadım. Kendimi, kendime iyi bakmaya programlamıştım, çünkü bana kalsa hiçbirisini yapmazdım. Duştan bornozumla çıkıp giyinme bölümünden kendime bir yüksek bel tayt ile sweat aldım. Gün içinde sıcak olsa da akşam serinliği çökmüştü. Saçlarımı kurutup ensemde küçük bir topuz yaptım ve aşağıya indiğimde, masada yalnız Noah ile Marianne'i gördüm. Bu Marianne'in bize ilk katılışıydı.
"Abilerim nerede?" diyerek masada bana ayrılan yere geçtim.
"Angel ile Salvador odalarında, Dante de..."
O sırada bize yaklaşan ortanca abim, "Dışarıya çıkmak üzere," diye tamamladı cümlesini.
Ona bakınca üzerinde çok şık bir takım gördüm ama kravatsız ve ciddiyetsiz görünüyordu, gömleğinin yakaları açıktı. Yanıma kadar gelip bana eğildi ve yanağımdan öptü. "Poker oynamak için dostlarımla buluşacağım, bu geceyi bensiz geçirin."
"Kumarhaneye mi?"
Noah'ın başını çevirerek Marianne'e gülümsediğini gördüm, kız da ona hafifçe gülümseyip başını eğdi. Sanki bizden korkar, çekinir bir hali vardı. Bu dünyada doğup bu kadar aykırı olması ender rastlanan bir şeydi. Dante onların gülümsemelerini yakalayıp, "Kumarhanede tanıştılar," dedi.
Noah’la göz göze geldiğimizde gülümseyip başımın üzerindeki Dante'ye baktım. "Belki sen de kumarhanede aşkını bulursun?"
"Kalsın," diyerek yüz buruşturdu. Aşka karşı hiçbir sempatisi yoktu ama kadınlarla özel olarak vakit geçirdiğinden emindim. Bazı gecelerini evde geçirmezdi bile, sabaha karşı dönerdi. Dante evden ayrılırken yine o gecelerden birisi olacağını anladım ve domates çorbamı içmeye başlarken Marianne'i izledim. Noah gözlerini ondan ayırmıyor, masanın üzerindeki elini tutuyordu. "Biraz daha çorba ister misin?"
Marianne, Noah'a aşk dolu gözlerle baktı. "Hayır, doydum."
Noah eğilip onun yanağından yumuşakça öptü.
Elimi çenemin altına koyup kaşığımı çorbada gezdirirken Noah'ın aşk dolu bakışlarına iç çekip camdan dışarıya baktım. Akşam olsa da bahçe karanlık değildi, lambalar yanıyordu. Korumalar sürekli etrafı gözlüyordu, hiçbirisi gözlerini kırpmıyordu. Sonra dönüp masada kızıma ayırdığımız yere baktım ve orayı izlerken boşluğu bir hayalim doldurdu. Karina'nın üç yaşındaki halinin burada oturduğu, yemeğini yediği, kafasını kaldırıp o yumuşak, içten gülümseyen gözleriyle bana baktığı, saçlarının uzadığı, Noah'ın eğilip onu öptüğü...
Belki de bu gece rüyamda bunu görürüm. Keşke yıllar boyunca uyuyabileceğim bir uyku olsa ve Karina yıllar boyunca rüyama hapsolsa.
Ama işte... bu bile bir rüya.
Ben hayatım boyunca herkesin yemek yediği masada kan kusmaya mahkûmdum.
🐛
Ertesi gün, ben hiç uyumadan gün aydınlandı. Dante'nin sabah ışıklarıyla beraber eve geldiğini, camdan dışarıyı izlerken gördüm. Üstü başı dağınıktı, korumaya gülerek eve giriyordu. Uyumuş olmalıydı, çünkü kahvaltıya inmemişti. Salvador abim kahvaltıdan hemen sonra İskoçya'dan gelen bir konuğunu ağırlamak için evden ayrılmıştı. Bu, açıkçası güzel bir zamanlama olmuştu, çünkü Deren’le buluşmak için dışarıya çıkarken hesap vereceğim kişi sayısı azalmıştı.
Üzerimde, düğmeleri göğsüme kadar açık gelen beyaz gömlekle triko, ince elbise vardı. Siyah, ince topuklu ayakkabılarımın üzerinde bahçedeydim, korumalarla beraber silah atışı yapıyordum ve o esnada bize doğru gelen Sara'yı gördüm. Bir elinde çantam, diğer elinde telefonum vardı. Müsaade ister gibi bakarak yaklaşığında uzanıp elinden telefonu aldım.
D. A. arıyor…
Özel bir arama olduğu için uzaklaştım ve arazide yürürken telefonu açıp kulağıma koydum. Konuşmayı ilk başlatan Deren oldu ve bana, "Evden ayrılabilirsin, geleceğin yer için konum atacağım," dedi.
Bak sen, demek ayrılabilirdim. O istedi diye mi? İşleri onun için zorlaştırma isteğimi bastıramadan, "Vazgeçtim," dedim. "Görüşemeyeceğiz."
Bir, iki, üç, dört... Saniyeler boyunca dönüş alamadığım sessizlik oluştu ve bu bile Deren'in öfkesini sezmeme yardımcı oldu. "Sen beni ekebileceğini mi sanıyorsun? Kimsin sen?"
"Âşık olduğun kadın?" dedim ve bunu der demez pişman oldum, altdudağımı ısırdım. O bunu itiraf etmekten yana çok rahatsızdı, çünkü gururuna ağır geliyordu ama bir anda söylemiştim. Çünkü bana âşık olduğunu çok fazla düşünüyordum.
Bunun üzerinde durmamaya çalışsa da iki kez yutkunup, "Sen gelmezsen ben gelip alırım," dedi, kızgınca. Dişlerinin arasından konuşması beni güldürdü, çok çabuk sinirlenmesi o an komik geldi. "Ayrıca yakında o evden çıkmayacağım, hem görmüş de olurum."
"Ha, korumalık konusunda hâlâ ciddisin yani."
"Korumanım."
Uzaklara doğru bakarak, "Kızını koru," dedim. "İtalya'da en çok koruman gereken şey kızın."
Nil'in bahsi geçtiği için sessizleşti. Anladım ki benimle Nil hakkında konuşmayı hiç istemiyordu.
"Benim tepemin tasını attırma Karmen, yapma. Şimdi gelip oraya seni alacağım, istediğim yere götüreceğim!" Bağırmaya başlayınca yanaklarımı şişirerek telefonu kulağımdan biraz uzaklaşıp beni izleyen korumama, "Biraz agresif," dedim İtalyanca.
"Ne diyorsun? Kiminle konuşuyorsun?"
Telefonu tekrar kulağıma koyup, "Gerçek korumamla," dedim.
Karşı taraf sabırlı olmaya çalışır gibi nefesler alıp, "Benim senin koruman, benim," dedi üstüne basa basa. "Ben neyin olmak istersem olacağım."
"Sen iyice delirdin," dedim.
"Delirttin lan, delirttin!" dediği gibi telefonu kapatınca iç çekerek kulağımdan indirdim ve içimden sakin kalmak için sayıları saymaya başladım. Fakat sonra aniden sinirli bir çığlık atarak ayağımı yere vurdum. Ve aynı anda elimdeki telefon bir daha çalınca ekranına bakıp sinirle açtım, ona bağıracakken de, "Söylemeyi unuttum," dediğini duydum, homurdanır gibi. "Seni almaya geliyorum."
"Gelme," dedim onu da kendimi de yeterince sinir ettiğime karar kılarak. "Ben gelirim."
Bir duraksadı, şaşırdığına şüphe yoktu. İçini çekerek, "Kandırmıyorsun değil mi?" diye sordu.
"Bilmem, olabilir," diyerek bu kez ben telefonu kapattım ve beni endişeyle izleyen korumama göz kırpıp parmağımla onu yanıma çağırdım. Karşımda durduğunda, "Sen yeni misin?" diye sordum.
"Evet efendim."
"Bugün benimle beraber olacaksın ve nereye gittiğimiz sadece ikimiz arasında sır olarak kalacak."
Beni onayladığında arkamı dönüp Sara'dan çantamı aldım ve diğer korumalara burada kalmalarını söyleyip garaja yöneldim. Sara arkamdan endişeyle, "Abilerinize ne söyleyeyim efendim?" dedi.
"Galeriye, araba bakmaya gittiğimi söylersin."
Garajdan, kırmızı klasik bir BMW seçtim ve korumam da diğer aracı alıp peşime düştü. Araziden ayrılırken babamın camdan beni izlediğini görüp ona el salladım ve sonra yola odaklandım. Telefonu alıp Deren'den mesaj bekledim ve iki dakika sonra bana bir konum gönderdi. Ekranı yaklaştırıp biraz bakınca Sicilya'nın merkezinden uzak bir yer olduğunu fark edip sol caddeden girdim. Karnımda, sebebini kendimden bile saklamaya çalıştığım bir ağrı vardı.
Heyecanlanıyordum.
Uygulamanın yarım saat gösterdiği yolu yirmi beş dakikada geldim ve başlayan yaz yağmurunu görüp sileceklerimi çalıştırdım. Varmam gereken iki dakikalık yolu da tamamlayınca, Sicilya'nın kırsal alandaki, dağ evlerinden birinde buldum kendimi. Arabayı, yakın çevrede başka hiçbir şeyin olmadığı iki katlı, etrafı camlarla kaplı eve çektim ve inmeden önce içeriye baktım. Taş evdi, yağmur damlaları camlarda buhar yapmıştı. Deren'in olduğu bir yere yaklaştığımda bile kalbimdeki buzların çözüldüğünü fark edip gözlerimi yumdum. "Kızımı özlemek yeterince canımı yakıyorken artık bir de Deren'i özlüyorum."
Şimdi yanına gelmeme rağmen aramızda mesafeler olacaktı. Konuşurken her an bana nefret duyuyormuş gibi bakmasından korkacaktım.
Arabamın kapısını açıp çıktım ve yaz yağmurunda çantamla beraber ilerlerken diğer araçtan çıkmış olan korumaya baktım. "Buradan ayrılma, eve de gelme."
Komutumu aldığını fark edince önüme döndüm ve topuklu ayakkabılarım pürüzlü zeminde batıp çıkarken eve ilerledim. Tam eve çıkan birkaç basamağa basıyordum ki, evin arkasından çıkan Deren'i görüp sendeledim. Bir basamak kaydım ve sırtım korkuluğa yaslanırken, o da kafasını kaldırıp beni gördü. Beni gördüğünde tekleyen nefesini fark ettim ve sonra da ıslak saçlarını, önü açık gömleğini. Bir süredir yağmurun altında olduğu belliydi, göğüskafesi saniyede bir yükseliyordu. Başını çevirip arabalara, korumama baktıktan sonra tekrar bana dönerek basamağa kadar yürüdü. "Çok hızlı gelmişsin. Gelmemek için boşuna naz yapıyordun anlaşılan."
Yorumsuz kaldım ve Deren gözlerini yüzümde, saçlarımda, ağzımın içine çektiğim dudaklarımda dolaştırıp yutkundu. Sonra da basamakları çıktı, elindeki anahtarla kapıyı açıp bana döndü. "Buyur."
Eve adımımı attım ve ilerlediğimde beni karşılayan salonu gördüm. Her şey kahvenin tonlarındaydı, çok hissiz ve herhangi birine ait olmayan bir eve benziyordu. Deren kapıyı çarparak kapattığında ürperdim ve yanıma yaklaşıp karşımda durduğunda, camlara vuran yağmurun sesini gözlerine bakarak dinledim. Sonra da kalbimin yerinde bir buz taşıdığım için üşüyerek kollarımı etrafıma sardım. "Dışarıda n'apıyordun?"
Ağır ağır nefes alarak gözlerini omuzlarımdan aşağıda, üzerimde dolaştırdı. Bacaklarıma baktığında dizlerimi birbirine bastırıp çorabım içindeki bacaklarımı gevşetmeye çalıştım. "Yağmur başlayınca elektrik gitti, tesisatı kontrol edeyim dedim ama araç gereç yok, bir şey yapamadım."
"Sicilya tekinsiz bir yer, bazen karanlıkta kalman gerekebilir," dedim ve yanından geçip köşedeki koltuğa yerleştim. Çantamı hemen yanıma koyup arkama yaslanırken kollarımı göğsümde kavuşturdum. Deren vücudunu bana çevirdi ve yukarıdan bakarak, "İtalya'ya geldiğinde bambaşka bir kadın olmuşsun," dedi.
"Ben bu kadındım. Asıl Türkiye'deki bambaşka, ben olmayan bir kadındı."
Ben, yüzünün sol tarafına düşen gün batımını izlerken Deren başını cama çevirip kararmaya başlayan havaya baktı. "İkisinin de ayrı çekici noktaları var."
Mideme giren küçük krampı atlatmaya çalışıp, "Gömleğini çıkar," dedim.
Deren dalgın bakışlarla bana döndü ve sonra ıslak gömleğine bakıp çıkarmasını isteme sebebimi anladı. Başını iki yana salladı. "Çıkaramam, burada başka kıyafetim yok."
Verdiği cevapla beraber aklımda oluşan soruları düşünerek, "Çıplak durman ıslak gömlekle durmandan daha sağlıklı," dedim mesleki açıdan yaklaşarak.
Tek kaşını yukarıya kaldırdı. "Sen de ıslanmışsın, çıkarabilirsin."
Üzerime şöyle bir baktım, ıslak değildim. Zaten dışarıda iki dakika kadar kalmıştım, ne kadar ıslanabilirdim ki? Konuşmamızın ilerleyişindeki saçmalığı fark ettim ama sorun görmedim, birbirimizi suçlamadan herhangi bir şey hakkında konuşmak bile iyi gelmişti bana. "Islak değilim," diyerek kıyafetlerimi gösterdim. "Ayrıca çıplak oturamam. Mahremiyet ve ayıp denen bir şey var."
Konuşmamızın akışı beni olduğu kadar Deren'i de beklemediğim bir yere götürdü. Dudağının hafifçe kıvrıldığını ve bunu saklamak için de başını önüne eğdiğini görünce beni ciddiye almadığı için yanaklarımı şişirdim. Konuyu dağıtmak için de etrafıma bakıp onu İtalya'da gördüğümden beri aklımda olan soruyu sordum. "Burada yalnız mısın? Nil... yok mu?"
Başı öne eğikken Deren'in dudaklarındaki gülümseme yok oldu. Gözlerini bana kaldırdığında bakışları çok soğuktu. Alışkınım, çünkü kalbimde bir buz taşıyorum.
Cevap vermemesi üzerine yutkunup, "Nil'in adını almama bile tahammül edemiyorsun," dedim. "İkimizi birden hayatına nasıl alacaksın peki? Onu hayatından çıkaramayacağına göre beni hayatına almaman en iyisi. Bırak inadı, dön Türkiye'ye."
Söylediklerimin doğruluğuna tahammülü yokmuş gibi gözlerini sımsıkı kapatarak burun kemerini sıktı. Söylediklerim ondan çok benim canımı acıtıyordu ama gerçekler bunlardı. Kafasını sertçe iki yana sallayıp arkasını dönünce kendimi sıkan kollarım gevşedi. Salonun çıkışına yürüyüp üst kat merdivenleri çıktı ve sert adımlarla gözden kayboldu.
Yukarı çıkıp Nil'i aldığı, yanıma getirdiği bir hayal kurdum.
Hiç kıyafetinin olmadığını söylemişti, demek ki burada kalmıyordu. Fakat korumam olmakta da inat ettiğine göre burada kalmayı istiyordu, o zaman başka yerde mi yaşıyordu? Nil orada mıydı? Tırtılım benim, gerçekten çok özlemiştim onu.
Birazdan merdivenden gelen sesi tekrar duyunca baktım, Deren elinde iki tane uzun, dışı sedefli mumla dönmüştü. Bir tanesini, orta sehpada duran şamdanların için koyup kotunun cebinden çakmağını çıkardığında göğsünden akan damlayı izledim. Mum aniden parlayınca kendime geldim ve başımı kaldırıp gözleriyle karşılaştım. Bana doğru yaklaşıp diğer mumu koltuğun içecek bölmesindeki düzlüğe koyarken, "Yüzünü daha iyi görebileyim," diye fısıldadı.
"Çaktırmadan beni yakmaya mı çalışıyorsun?"
Çakmağı sertçe masaya bırakıp çaprazımdaki koltuğa yerleşti ve yüzlerimiz şimdi daha görünür olurken, dirseklerini dizlerine yasladı. "Bana her şeyi anlat Karmen. Hepsini duymak istiyorum."
Yalnızca nefret duygusuyla hareket etmiyordu, beni âşık olduğu kadın olduğum için de merak ediyordu. Koltukta öne doğru kaydım ve dizlerimiz birbirine yaklaşırken, "Dün söylediğin," dedim. Daha cümlemi bitirmeden gözbebekleri büyüdü ve bakışlarını kaçırdı. "Karina'yı seviyor musun gerçekten?"
Bakışlarını kaçırmaya devam ederek, "Hıhı," dedi.
İçimde çok garip, daha önce tanık olmadığım hisler oluşmaya başladı. "Sevdiğini söylesene," dedim ısrarla.
Kaşlarını çatıp kafasını kaldırdı. "Sus."
Gülmemek için bakışlarımı başka yöne çevirdim ve Deren beni izlerken, "Ben seviyorum," diye fısıldadım. "Karina'yı çok seviyorum."
Deren seslice yutkundu. Belki Karina'yı bu kadar çok sevmeme rağmen onu bir daha göremeyecek olmam onu bile yaralamıştır.
Önünde bağladığı ellerini sertçe ovalayıp, "Özlüyor musun?" diye sordu. Ben gözlerimi çevirince de bakışlarımız birleşti, nefes alp verirken dudakları titriyordu. "Karina'yı özlüyor musun?"
"Çok," dedim. "Ama özlesem de çaresi yok ki."
Gözlerini gözlerimden çekmeden, "Nasıl başa çıkıyorsun?" diye sordu.
"Çıkamıyorum."
Delirdim Deren, delirdim...
Daha derin bir nefes alsa da bir noktada o nefes sıkıştı ve parmaklarıyla daha sert oynadı. "Nasıl oldu?" diye sordu. "Karina'yı nasıl kaybettin?"
Onu kaybettiğimi duymak beni çok kötü yaptı, kaybettiğimi zaten biliyor olsam da. İrkilmiş gibi gözlerimi kırpıştırıp, "Abimlere, babama, Carlos'a anlattım ama hiçbir zaman tüm yaşadıklarımı söylemedim," dedim. "Nedense sana anlatmak istiyorum ama... sonra benim hiç iyi bir anne olamayacağımı söylediğini hatırlıyorum. Bu yüzden nasıl iyi bir anne olamadığımı duymanı istemiyorum."
Mumun alevi titreyince Deren dönüp mumlara baktı ve sonra bana döndü. "Onlar... farklı koşullarda, Nil'in sağlığına zarar verdiğini düşünürken, acımasız bir mafya olduğuna inanırken kurduğum cümlelerdi."
"Ama gerçekti," diye kabul ettim, yağmurun sesini duyarken. "Ben iyi bir anne değildim."
"O zaman ben de iyi bir baba değildim," dedi kızar gibi. "Nil'in kaybolmasına engel olamadım."
Defalarca kez benim yüzümden kendisini kötü bir baba gibi hissetmişti, tekrarının olmasına, bunu söylemesine dayanamayıp, "Hayır," dedim. "Sen iyi bir babasın Deren. Nil'i buldun ama ben kızımı asla bulamadım."
Huzursuzca, "Onu tek başına mı aradın?" diye sordu.
"Polisler de aradı ama Nil'i aradıkları gibi değil mesela. Karina'yı koruyan, bulunması için çabalayan sadece bendim."
Bir daha, "Nasıl?" diye sordu. Yaz yağmurunun sesi bastırınca Deren üzerime bakıp, "Üşüyor musun?" diye sordu.
"Üşüyorum ama senin anladığın şekilde değil. İçim buz gibi." Bir an sıraladığım cümlelerin şeffaflığına inanamadım. Deren'e karşı ilk kez içimden geleni söylüyordum. Bu yüzden garip bir telaşa kapıldım, onun beni dinlemeye hazır gözlerine kaçamak şekilde bakarak yutkundum.
Bir daha, "Nasıl?" diye sordu. "Onu nasıl kaybettin?"
O günleri anlatmaya başlamadan öncesinde o günlere nasıl sürüklendiğimi anlatmalıydım. "Sana bir gece Carlos'tan bahsetmiştim, hayatıma abimin arkadaşı olarak girdiğinden, ancak ben sözlenince bana yaklaştığından. O bana yaklaşırken ben Mark’la sözlüydüm ve bir anda kendimi... onu aldatırken buldum. Carlos’la çok kısa görüştük ve bu sırada... hamile kaldığımı fark ettim."
Gözlerimi kilitli duran çenesinden alamadım. Dudaklarını olduğu gibi dişlerini de sertçe birbirine bastırmış, dışarıda yağan yağmura bakıyordu. "Neden doğurdun? Carlos... senin için o kadar mı özeldi? Ondan bir çocuğun olmasını mı istedin?"
Doğru, onu aldırma gibi bir seçeneğim her zaman vardı, böylelikle Mark'ın hiçbir şeyden haberi olmazdı fakat... "Karina'ya hamile olduğumu annemin ölüm yıldönümünde fark etmiştim. Annem böyle bir hayatın içine bu kadar fazla çocuk getirebilecek kadar güçlüymüş. Ben de o kadar güçlü olabileceğimi hissettim, dokunamadım ona. Şimdi Karina'mla hiç tanışmamış olduğumu düşünüyorum da... Çok korkunç geliyor."
Ellerini birleştirip yüzünü ellerine yasladı ve bir süre sessiz kaldıktan sonra, "Neden Türkiye'ye geldin?" diye sordu.
"Mark'ın kızımı öldürebileceğinden korktum," diye itiraf ederken sanki çeneme bir darbe almışım gibi titredi. "Onu aldattığımı, hamile olduğumu öğrenirse zarar verirdi kızıma."
Öfkeyle yükselen sesinden, "Onun hakkında yanılmamışsın," kelimeleri döküldü.
"Keşke yanılsaydım. Keşke kızımı değil beni öldürseydi."
Deren başını o kadar hızlı çevirdi ki, istemsizce ruh halim onun ne hissettiğini düşünerek bulandı. Bana, dünya üzerinde hiç kimsenin bakmadığı yoğunlukta bakıyordu. Bir insandan hem bu kadar öfkeli hem bu kadar merhametli olmasını hiç beklemezdim. Gözleri koluma doğru kayınca, izlerin görünmemesine rağmen kolumu elimle kapattım. "Böyle söyleme," derken dudakları seğiriyordu. "Senin... birinin ellerinde öldüğünü düşünemiyorum bile."
Artık bunu neden düşünemediğinden emindim. Çünkü bana âşıktı.
"Ben de düşünemiyorum ama gerçek. Karina birinin ellerinde öldü," dedim, ağlamamak için yanaklarımı sıkıp gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırarak.
Deren duygularımın, verdiğim savaşın farkındaymış gibi yüzümdeki değişiklikleri izleyip, "Nasıl?" diye sordu boğuk sesiyle. "Nasıl öl... öldü?"
Her gün olduğu gibi yine nefesim sıkılaştı ve kızım gibi nefes alamadım. "Boğularak," dedim, ellerimi dizlerim arasında sıkıca ezerek. "Mark, onu kendi elleriyle boğdu."
Nefesi bölündü, kalbi sıkıştı. Göğsünün hareketsiz kalışından anladım kalbinin sıkıştığını. Gözlerime hayat bir işkenceymiş gibi baktığı saniyeler boyunca elim boynumdaydı ve boğuluyordum. Deren'in bakışları ancak elimin hareketlerini fark edince yer değiştirebildi ve duyduklarına tahammülü yokmuş gibi koltuktan fırladı. Elini ensesinde gezdirerek kendi etrafında döndükten sonra da bir anda kükreyerek aramızda duran sehpaya tekme attı. Sehpanın üzerindeki mum savrularak yanıma düşüp söndü ve sehpa ters devrilip bir gürültü çıkardı. "Bir bebeğe nasıl yapabilir bunu? Aldatılmış olmasını böyle bir şeyle nasıl kıyas edip bu zalimliği yapabilir! O da seni aldatsaymış, gidip o Carlos piçini öldürseymiş!"
Kelimeler hıçkırır gibi dudaklarımdan döküldü. "Doktor onun ölüm haberini verirken uzun süre boğulduğunu söyledi. Çünkü boğazındaki eller çok belirginmiş, onu boğarak öldürmek için vakit harcamış. Doktor... kızımın savaştığını söyledi. Savaşmış Deren, ölmemek için savaşmış."
Savaşçı.
Benim iki buçuk yaşındaki kızım ölmemek için savaştı.
"Son gördüğü... Mark'ın acımasız gözleriydi." Konuşurken o kadar zorlanıyordum ki göğüskafesime cam kırıkları batıyordu.
Deren'in nefes bile almadan baktığını fark edince gözlerimi kaldırdım ve birbirine doğru akan ruhlarımızı hissettim. Gözlerinde derinden, onu zorlayan bir acı vardı. Çünkü biliyordu, bir kızı olduğu ve onu benim yüzümden kaybettiği için nasıl bir şey olabileceğini biliyordu. Çektiğim acının insani tüm duygulardan daha yoğun, daha fazla, kıyaslanamayacak bir ıstırabı işaret ettiğini biliyordu.
"O yüzden nefes alamıyordun," dedi çatlayan, boğuk bir sesle. "Sürekli boğuluyordun, öksürüyordun. Uzun süre nefes alamadığın zamanlar oluyordu."
Başımı salladım ve gözlerim dolu dolu bakarken, "Ölürken aç mıydı, tok muydu çok merak ediyorum," dedim. "O benim kalbimdi Deren. Kalbimdi. Hayattayken böyle söylerdim ona, Kalbim Karina derdim."
Deren gözlerini kapattı. Yutkundu. Nefes aldı ama veremedi.
"Karina senin kalbin öyle mi?"
Sen de ruhum.
Keşke bunu yüksek sesle söyleyebilsem ama yapamıyordum, bir şey tutuyordu beni.
Sanırım... farkında olmadan söylediği o sözcükler.
"İnsan hayatta çocuğunun yerine denk gelen bir şey bulabilir mi Deren? İmkânsız değil mi? O giderken kalbim de gitti sanki. İnan, ölmek yaşamaktan daha kolay benim için."
"Kalbin Karina..." Deren'in gözleri boynuma doğru kaydı ve bu bakış elimin boğazımdan inmesini sağladı. Sanki o en tekrar nefes alamadığımı biliyordu. Burun kemerini sıkarak kafasını öfkeyle salladı. "Bu yaptığı intikam almak değil. Bu insanlıktan çıkmak, canileşmek, vahşileşmek... Daha bir sürü şey ama intikam asla değil! Böyle intikam olmaz! Bir çocuğun ölümü üzerinden karşılık..."
Nefesi kesilince sustu ve gözlerini tekrar bana kaldırdı. Göğüskafesim koşsam ancak bu kadar hızlı çarpabilirdi, omuzlarım ağlıyormuşum gibi sallanıyordu ama kendimi tutuyordum. Deren'in gözleri titreyen dudaklarımda dolaştıktan sonra yavaşça bana doğru geldi. Yanımda yanan mum yüzümün sol tarafını aydınlatırken, "O pasta Karina için miydi?" diye sordu. "Üç tane mum üfledik. Karina o gün üç yaşına mı girmişti?"
Demek üzerine düşündüğü birçok şey olmuştu, anlamıştı. Gözlerimi temizleyip, "Öleli dokuz ay olacak," dedim. "Karina'nın doğum günüydü, öldüğünde... iki yaşından biraz büyüktü işte."
"Nil'den biraz küçük, yaşasaydı onun kardeşi yaşında olacaktı."
Bunu söylemesi nedense yüreğime dokundu. Kendimi onun tarafından affedilmeye yakın hissettim. Bana biraz daha yaklaştığında göz pınarlarındaki ıslaklığı gördüm, kendini tutmaktan gözleri kızarmıştı. Bir an elini kaldırdığı dikkatimi çekti ama havada bocaladıktan sonra tekrar yanına indirdi, bana dokunamadı. "Fotoğraflarını hatırlıyorum. Çok güzel bir kız. Senin kadar." Kelimeleri döküldü dudaklarından.
Delicesine güç bir anın içindeyken bile kalbime dokunmanın yolunu bulmuştu. Yüzümü, dökülecekmiş gibi duran gözyaşlarımı görmemesi için diğer tarafıma çevirdim. "Çok güzeldi ama... ölürken yüzü morluklarla doluydu. Bir bebeğin yüzünde o morluğu oluşturmak için ne kadar vurmak gerekir Deren?"
Ben biliyorum Deren, çünkü hemşireyim.
"Aynı yere birkaç kez vurulunca olur öyle morluklar Deren. Aynı yere birkaç kez vurmuşlar. Yüzünün sol ve sağ tarafına en az on kez vurmuşlar. Üstelik sadece yüzü de değil..." devam edemeyince boğularak sustum.
Deren geriye doğru sıçradı. İsmimi söylerken yalvarır gibiydi. "Karmen..."
Gözyaşlarım akmamasına rağmen hıçkırdım.
"Ne kadar çok acı çektiğini düşünürken ölecek gibi hissediyorum. Dünyada bu yaşadığından daha kötü bir his var mı bilmiyorum."
"Olabileceğini sanmıyorum."
"Çocuğunu kaybetmek gibisi yokmuş." Dayanamıyorum artık, dayanamıyorum.
Bir daha dolu dolu titreyen sesiyle, "Karmen," dedi ve devam etmek için zamana ihtiyacı oldu. "Karina'ya Mark kıydıysa Feda bu işin neresindeydi?"
"Mark, çocuğum olduğunu bir şekilde öğrenmiş," dedim ellerimi yüzümden indirerek. "Karina'yı Feda'ya kaçırtmış, günlerce Feda ve çetesi kızıma kötü davranmış, onu incitmiş. Fotoğraftaki gibi, yüzünde, vücudunda çok fazla iz varmış. Hepsini Feda ve çetesi yapmış. En sonunda da Mark... onu boğarak öldürmüş." Bunları ağlamadan söyleyebilmemi sağlayan tek şey beni ayağa kaldıran Karina'mdı.
Deren'in parçaya bölünen, titrek nefesini duydum ve yalnız iki saniye sonra kafamın üzerinde bir ağırlık hissettim. Burnumu çekerek gözlerimi yukarıya kaldırdım ve Deren'in eli saçlarımı okşarken bana dolu dolu bakan gözleriyle karşılaştım. Saçlarımı, sevdiğim gibi başımın tepesinden uçlarına doğru okşayarak, "Tamam," diye fısıldadı. "Acı çekiyorsun. Daha fazla anlatmayı istemiyorsan yapma."
"Zaten çekmemi istiyorsun," dedim, bana söylediklerini düşünerek.
"İstedim," dedi ortada reddedeceği bir şey olmadığı için. Eli saçlarımdan ayrılmasın diye başımı hiç hareket ettirmeden bakıyordum ona. "Çünkü sen tüm bu yaşadıklarını bana da yaşattın; benzerlerini, aynılarını, daha azını veya daha çoğunu. Sana bunları ben yaşatmadım ama sen bana... öldürmeyi istediğin o adamın yaşattıklarını yaşattın. Ben yine de dokunamadım bile sana. O sinirle vurmayı bile düşündüm ama yapamadım. Çok düşündüm ama yine de anlamadım bana neden bunları yaşattığını."
Hikâyeye dahil olduğu kısım işte burasıydı. Nil'i ondan neden, niye kopardığımdı. Telafisi olmayan o hatayı neden yaptığımdı. Parmağımı çorabımda dolaştırarak yanan muma bakarken, "Öncelikle Nil'e hiç kötü bir şey yapmadım, dokunmadım, kırmadım," dedim. "Evet, üzdüm, sizden ayrı olduğu için üzüldü ama canını hiç yakmadım."
"Nil, pedagoga gidiyor Karmen. Dokunmadın, kırmadın ama... onu tedirgin ettin, travma oluşturdun. Hâlâ ben yanından ayrılırken ağlıyor, geri dönmeyeceğimi düşünüyor."
Beni, onun kalbine geri götürmeyecek olsa da, "Özür dilerim," dedim. "Senin beni affetmeni, Nil'in yaşadıklarını telafi etmemi sağlamayacak ama özür dilerim Deren."
Kemikli parmakları bir kez daha başımın tepesinden uçlarına kadar okşadı ve sonra hızlıca çekti. Ensesini sıvazlayarak sisli cama yürürken, "Neden?" diye sordu yeniden. "Benim kızım bu hikâyenin neresinde?"
"Nil bu hikâyenin neresinde…" diye fısıldadım onun sırtını izlerken. "Bizi bir araya getiren bir yerinde sanırım. Nil'i kaçırma amacım iş değildi, duygusal zayıflığımın bir getirisiydi." Hikâyenin en başına dönmem gerekti. "Ben Nil'i ilk kez parkta, yanında Derya ile gördüm."
Gergin sesle, "O park mı?" diye sordu.
"Evet," dedim Nil'i düşünürken. Onu gerçekten özlüyordum, Karina'nın acısında teselli bulduğum her şeyi kaybetmiştim. "Görünce Karina'ya benzettim onu, o an seyre dalıp izledim. Parkta masum masum oynuyor, eğleniyordu. Onu izlerken kafamı biraz olsun dağıtıyordum, bu his yüzünden de daha yakın olmak istiyordum ona. Diğer yandan..."
Susmam üzerine, "Diğer yandan?" diye tekrarladı.
"Derya ona kötü davranıyordu."
Deren vücuduna dokunmadan yalnız başını çevirdi ve zaten tahmin ettiği, bir parçasını öğrendiği gerçeklerin daha fazlası için, "Nasıl kötü?" diye sordu.
"Nil'i sık sık azarlıyordu," diye hatırladıklarımı anlattım. "Ben ilk gördüğümden sonra ikinci kez, hatta üçüncü kez de Nil'i görmek için parka gittim. Bazen denk geldim, gördüm, bazen de göremeyip saatlerce bankta oturdum, onun gelmesini bekledim. Her gördüğümde de Derya'nın onun babası olduğunu düşündüm. Hep o parka getiriyordu çünkü. Ama... anlamadığım şekilde üzüyordu onu. Nil bir şey diyecek olduğunda hep lafı ağzına tıkıyor, kolundan tutarken çekiştiriyor, azarlayıp duruyordu. Git gel derken ben onun Nil'e böyle davranmasına tahammül edemedim, nefret etmeye başladım, Nil'e yardım etmek istedim."
Deren uzun uzun sussa da aldığı nefeslerin hoyratlığından ne kadar çok sinirli olduğu anlaşılıyordu. Onu çok iyi anlıyordum ama onu anlarken ona, bunların daha kötüsünü yapmıştım.
Gerçekten ne kadar da affedilmez bir şeydi yaptığım.
"Nil'in... kötü bir ailesi olduğunu düşündüğün ve Karina'ya benzettiğin için yardım mı etmek istedin?" diye sordu dakikalar sonra. Sanki bu... işlediğim suçu bir nebze olsun hafif kılabilirdi.
"Bir noktada evet, Nil'e yardım etmek istedim ve bir o kadar da onu yanıma istedim. Benimle olmasının, ona iyi bakmanın hayalini kurdum." O zaman hissettiklerim daha trajik bir psikolojinin gölgesindeydi, bu yüzden yaptıklarımı dayandırdığım mantığı güç bela hatırlıyordum. "Sonra bunu Gece'ye söyledim. O ise çılgınlık olduğunu, Nil'in başka bir ailesinin olduğunu, yapmak üzere olduğum şeyin suç olduğunu söyledi."
"Senden sağlıklı düşünüyormuş."
"Ama Nil'i o kaçırdı," dedim dudak bükerek.
Gözleri üzerimdeyken, "Doğruydu yani?" dedi. "Onu parktan alan Gece ile Yaman'dı? Fikri nasıl bu kadar hızlı değişmiş?"
Gece'nin de çok sağlıksız bir psikolojide olduğunu, hastanede yattığımızı, hareketlerimizin çelişkili olduğunu anlatmadım. Hastane başka bir mevzuydu, şimdi anlatmaya başlasam tekrar başa dönerdik. Ben ona en çok merak ettiklerini anlatmak istiyordum.
"Perişandım, kahroluyordum, her geçen gün bitiyordum. Gece bunu fark edip benim yerime bu çılgınlığı yaptı, Nil'i kaçırıp evime getirdi. Bir sabah yanımda Nil ile uyandım." Parmağımı mumun alevinde gezdirmeye başladım.
"Benim uykusuz gecelerim de böyle başladı yani."
Suçlulukla, "Evet," dedim.
Düşünceler içinde, "Sonra neden gelip Feda'yı şikâyet ettin?" diye sordu. Bağlantıyı kurmuş olmalıydı, fakat yine de soruyordu.
Gök gürültüsünün sesini takip etmek için camdan dışarıya, sonra da tekrardan Deren'e bakarak iç çektim. Keşke onu bu kadar acıtmasaydım ve şimdi gidip sarılmaya yüzüm olsaydı. "Nil benimleyken Gece, onun ailesini araştırdı ve dedesinin Edip olduğunu öğrendi. Kendisi de gazetecilik okuyordu, güvenlik kameralarını falan da gazeteci olduğunu söyleyerek almıştı zaten. Gece beni Edip'in gücü konusunda uyarınca ben... bu güçten faydalanmak istedim."
"Faydalanmak?" dedi, gözleri yüzümden ayrılmadan. "Senin Edip'in gücüne ihtiyacın mı vardı? Sen bir mafyasın, ailen büyük büyük dedenden beri mafya olarak yetişiyor ve kıçı kıytırık Edip'in gücüne muhtaç oldun öyle mi?"
"Böyle düşününce haklısın tabii," dedim. "Ama... İtalya'dan kaçıp Türkiye'ye geldiğimde aileme, doğrusu Mark'a izimi kaybettirmek için uğraştım. Ancak... Karina'yı kaybettiğimde onlara ulaşmak için çabaladım ama ulaşamadım. Tek başıma benim imkânlarım da yetmedi, güçlü bağlantılarım, tanıdıklarım yoktu. Zaten bu yüzden bulamamıştım Karina'mı."
Camın önünden ayrılıp yavaşça içeride gezmeye başlarken kendi kendine çıldıracağım, diye fısıldadığını duydum. Ellerini saçlarında, tırnaklarını da kafa derisinde gezdiriyordu. "Edip'in, Nil'in fotoğrafları haberlerde dolaşmaya başlayınca onun gücünü, kendi kızımın katillerini bulmak için kullanacağımdan emin oldum."
Deren, olayın buraya bağlanacağını dakikalar önce sezmiş olmasına rağmen bana bakarken gözlerinde saf bir duygu vardı. Onu ve Nil'i alet ettiğim şeylere hayret ediyordu. "Bu yüzden gelip Feda'yı gördüğünü söyleyen o ifadeyi verdin."
"Evet," dedim. "Polisler Karina'mı kaçıranın çocuk çetesi olduğunu söylemişti. Ben de elimdeki bu ipucuyla hareket ettim, Nil'i kaçıranın o olduğunu söyledim. Bir sokak çetesi olduğu için herkesin inanabileceği bir yalandı da."
Deren hareketsizce bakıyordu bana. Hiçbir ışık yoktu gözlerinde. Sanki... onu hiç insan yerine koymamışım, bir kalbi yokmuş gibi davranmışım gibi.
"Polisleri, sizi kandırdım." Mumun titreyen alevinden sonra çıkan ses yutkunmamdan geldi. "Bu ifadem sayesinde polisler Karina için çabaladıklarından daha fazla çabaladılar. Üstelik senin de gücünü fark etmiştim. Nil'in babası sen olduğu için şaşırmıştım ve onu çok sevdiğini anladığımda Feda'yı bulmak için çabalayacağını biliyordum. Her şey hayalini kurduğum gibi ilerledi. Emniyetin, Edip'in, senin sayende Feda'yı buldum ve ondan, tüm bunları yaptıranın Mark olduğunu öğrendim."
Deren cümlelerim bitmesine rağmen sanki hâlâ bir şeyler söyleyecekmişim gibi bana baktı ve ardından adımları tökezleyerek koltuğa ilerledi. Çöker gibi oraya oturup dirseklerini dizlerine koyarken, "Kullandın," diye fısıldadı. "Nil'i ve beni kullandın."
Nihai ve her şeyi affedilmez yapan sonuca varmıştı. "Evet, öyle yaptım. Sana yüzüm kızarmıyor gelebilir ama bunu yaptığım için gurur duymuyordum, hatta utanıyordum."
Alçak bir sesle tekrarlayarak, "Utanıyordun," dedi. "Nil'i avucuna aldın ama ya beni? Beni neden avucuna aldın? Neden duygusal bağ kurdun benimle?"
"Bu istemsizdi, plansızdı," dedim parmak uçlarıma bakarak. Kıyafetimin kolundan bileğimdeki kesiğin birazı görünüyordu. "İfademden sonra beni aradın, çağırdın. Bir iki derken görüşmeye başladık ve ben senin ne kadar iyi bir baba olduğunu gördüm. Merhametliydin, şefkatliydin, acı çekiyordun, kayıtsız kalmak çok zordu."
İnanamamış gibi, "Kayıtsız kalamamış halin bu mu?" dedi hayretle. "Acı çektiğini, kızını ne kadar sevdiğini gördüm diyorsun ama hiçbir şey yapmadın. Bana söyleseydin, anlatsaydın, kızımı geri vereceğini söyleseydin zaten bulurdum o katilleri! Ama sen... seni hiçbir şey durdurmadı. Adli tıbba gittim, kızımın cesedi... cesedini göreceğimi sandım. Yanımda geldin ya! Yanımda geldin! Korkuyla titriyordum, titrediğimi görmesinler diye elimi cebimden çıkaramıyordum! Yanımda yürüdün Karmen, üzülüyor gibi yaparak yanımda yürüdün! Oradan çıktığımda sevinçle kollarıma atladın!"
Sesini ne kadar yükseltirse yükseltsin razı gelecektim. Çünkü kalbini parçalarken ben de çok fazla kırılma sesini çıkarmıştım. "Üzülüyordum," dedim. "Sana, Nil'e, Nalan'a bunu yaptığım için üzülüyordum ama bir yola girmiştim işte. Üstelik... bilemezdim, sana anlattığımda bana yardım edeceğini bilemezdim." Ayrıca o gün Nil için gerçekten korkmuştum, çünkü Yaman Nil'i alıp bir süre ortadan kaybolmuştu. "Ayrıca... Hatırlasana, o dönem Nil aramıştı seni, ben aratmıştım. Senin üzüntüne, Nil'e dayanamadığım için yapmıştım."
Deren'in gözleri anıların getirisi olarak kısıldı. "O arama, sen yanımdayken gelmişti."
"Ben Nil'i sevmesem, senin üzülmenden mutluluk duysam bunu yapar mıydım Deren?"
Burun kemerini sıktı. "Beni çok mu özlemişti?”
"Çok," diye itiraf ettim suçumu. "Ağlamıştı. Çocuk, ağlayacak tabii... Ben dayanamadım ona da sana da, aradık seni."
"Sen kızımı bana olan özlemiyle ağlattın ama o bana ne dedi biliyor musun Karmen? Nalan seni dövünce ne kadar üzüldüğünü, bunun için seni görmek istediğini." Ben başımı kaldırıp üzüntüyle gözlerine bakarken, Deren bakışlarını kısarak kafasını iki tarafa salladı. "Karina'nın fotoğrafına sarılarak ağladığını görmüş, o da ağlamış buna. Bana... Karina'yı sana getirmemizi söyledi. Karina kadar Nil de masumdu. Onu kullandığını... kabullenemiyorum."
Nil'i ne kadar incittiğimi, ondan terk edilme korkusuyla bir travma açtığımı öğrenmek yüreğimi sıkıştırdı. Tarafsız kalamıyordum, gözlerim doluyordu. Üstelik Nil'in benim için ağlaması, Deren'e bunları anlatmış olması... Tırtılım benim. "Yemin ederim geri getirecektim Deren," dedim ayağa kalkarak. Yanına gitmek, gözlerine yakından bakmak istiyordum. "Hatta o gün Nil'i sana getirecektim, beni bulmamış olsan da Nil'e kavuşacaktın. Konuşmuştum Nil’le, o da biliyordu, sorabilirsin. Onu giyindirdim, süsledim, hatta Karina'nın bir elbisesini giydirmiştim ona..."
Gözlerime bakarken, "Attım," dedi bir anda, boğuk sesiyle. "O elbiseyi Nil'in üzerinden çıkarıp çöpe attım."
Ayaklarım titreyen bedenimi iki adım geri götürdü.
Atmış, ona aldığım o çiçekli elbiseyi atmış.
Ama... sen onun mezarına çiçek bırakmadın mı Deren?
İrkildiğimi, tenime inen ürpermeyle beraber hissettim ve bacaklarım koltuğa çarparken gözlerim onun gözlerinde donup kaldı. Söylediği o kadar soğuk şekilde kurulmuş bir cümleydi ki, yapmış olduğu mu yoksa bunu söylemiş olması mı canımı daha fazla yaktı ayırt edemedim. Bir sonraki soluğumu burnumdan, yumruklarımı sıkarak aldım ve bir anda hemen koltuğun yanına koyduğu şamdana uzandım. Kaldırdığım gibi onun kafasına fırlatıp, "Al!" diye bağırdım. "Ben de attım!"
Şamdan ve mum Deren'in kafasına çarpıp yere düştü. Bakışları yere düşenleri ve sonra da yüzümü bulunca dudaklarını açıp şaşkınlıkla kapattı. Kan damlası saçlarının arasından sızarken, kendimi ve onu bu hale getirdiğim için daha da öfkelenip titrek bir soluk aldım. Ardından sol tarafıma dönüp koltuktaki çantamı aldım ve üzerimi düzeltip genzimi temizlerken, "Birçok şeyi öğrendin," dedim saygınlığımı koruyarak. "Artık Türkiye'ye dönebilirsin."
Yüzüne son kez bakıp arkamı döndüm. Topuklularımı yere sertçe bastırıp ilerlemeye koyuldum ve birkaç adım atmıştım ki onun da adımlarını duydum. Beni durduracağını düşünerek telaşa kapıldım ama bir anda bana yetişip kolunu belime doladı, beni hızla kendisine çekip göğsüne yaslarken başını da saçlarım arasına gömdü. Günler sonra ona ilk kez bu kadar yakın olduğum için afalladım ve çantam elimden düşerken, gözlerim dolu şekilde boşluğa tutundu. "Ne öfkeme teslim olabiliyorum ne de aşkıma," diye fısıldadı. "N'apacağımı bilmiyorum, çok çaresizim!"
Ağır, sıcak vücudu buz tutmuş kalbime kadar dokundu ve az önce söylediklerine rağmen kendimi döndürüp ona daha sıkı sarılmak istedim. Fakat sözcükleri sindirememiştim. Kendimi onun kolları arasından çıkaracak ilk hamleyi yapmak için karnımdaki elini ittiğimde dudaklarını enseme koyup, "Bir gün birinden birine teslim olabilecek miyim bilmiyorum," diye fısıldadı. "Tek bildiğim, gitmeyeceğim. Bana defalarca git desen de gitmeyeceğim. Nil'i aradığım gibi arıyorum seni evimde, odamda, yatağımda..."
"O elbise," dedim göğüskafesim yerinden oynarken ama devamını getiremedim, kapı tokmağının sesini duyunca gözlerimi sokak kapısına çevirdim. Fakat Deren duymamış gibi alnını saçlarıma sürterek üzerimdeki trikoyu avuçladığında, "Kapı," dedim bir tehlike olup olmadığını düşünerek. "Deren, kapı."
"Umurumda değil!" Çıldırmış gibiydi fakat kapı tokmağı bir daha vurunca ensemde nefes alıp bıraktı beni. Boşluğa düşmüş hissinden kurtulmak için hızla eğilip düşmüş çantamı aldım ve Deren yüzüme bakıp dişlerini sıkarak kapıya döndü. Elini kapının pervasına yaslayıp bağırmaya hazır şekilde kapıyı açtı.
Gelen... Carlos'tu.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...